Saturday, 21 August 2010

Küresel ısınmanın değiştiremediği yaz gerçekleri

İlkbaharın son günlerinde haykırmaya başlamıştı televizyonlar; bu yazın anormal geçeceğini. Sadece bir önceki yıldan farklı bir şeylerin olduğunu ispatlamak istiyordu televizyondaki anlamsız suratlar. Uzun süren yaz yağmurlarının tatilcilere fırsat vermemesini işleyen haberlerinden birkaç gün sonra son bilmem kaç yılın en sıcak yazı olacağını haykırıyorlardı. Amaç sadece bir önceki yıldan daha farklı bir yıl geçtiğini söylemek, bir başka deyişle kendimizi özel hissetmek.

Belki haklıydılar; onlarca dereceye varan mevsimsel sıcaklık değişimleri gözleniyordu, Rusya tarihi boyunca görmediği sıcaklıklarla boğuşurken, Çin ve Pakistan'da muson fazla sertti. Fakat bilimin değişti demeye cesaret edemediği yaz gerçekleri değişmemişti. Tatil beldelerinde geçen unutulmaz günler, kışın hüznünün aksine geneli gülümseyen toplumlar ve yaz aşkları... Bu diğerlerinden farklı yaz mevsiminde, bütün küresel ısınmaya inat bazı değerler değişmiyordu. Evet belki yazlık sinemalarda izlenen filmler yerlerini avmlere bırakmışlardı. Evet belki göçmen kuşların yolculuk takvimi değişmişti. Belki yılların tatil ülkeleri; Yunanistan'ın, İtalya'nın ve diğer akdeniz ülkelerinin pek bir özelliği kalmamıştı. Fakat sonbaharın gelmesiyle, üzerimize alınan hırkalar ile birlikte, gece yarılarına kadar canlılığını korumuş şehir merkezlerini özleyecektik. Suyu sevmeyen insanların suyla olan yakın ilişkilerini. Yenilen her soğuk karpuzun tadını. Akşamüstü başlanılan günleri özleyecektik.

Belki kıyametin saatini bir dakika daha ileri aldıran bu yaz farklıydı tüm değişmezlerimize inat. Peki değiştirebilir miydi bir yaz aşkının duygularını? Bütün o zamansız biten tatilin anılarını? Kumsalda mayonun içine kaçan kum tanelerinin talihsizliğini? Belki biraz şaşmıştır en uzun ve kısa gecenin takvimi, ya da bayram tatilleri. Kim hissetmeyecek ki ağustosu geride bırakıp eylüle girilen, kavuran sıcaklığın serinliğe döndüğü o ütü kokan günlerde hüznü? Geçen seneden farklı geçen ve bilmem kaç yılın en sıcak yazını diğerlerinden ayıran ne olabilir?



Serkan Erden

Friday, 20 August 2010

Cannes Film Festivali'nde geçen bir gün: Kazanan Yalnızdır - Paulo Coelho


Blog yazılarına bir süre ara vermek zorunda kaldım. Bu süre içerisinde yazılacak bir çok konuyu not etmeyi unutmadım tabi ki. Elime güzel bir çok kitap geçti, onları ağustos ayı içerisinde sizlere tanıtmaya çalışacağım. Öncelikle konu bakımından beğendim bir kitabı ele alacağım.





Paulo Coelho'nun Can Yayınları'ndan çıkmış kitabı kütüphanedeyken elime tesadüf eseri geçti. Simyacı, On Bir Dakika, Zahir ve yeni kitabı Brida ile adını duyurmuş Brezilya'lı yazar bu kitabında Cannes Film Festivali'nin büyülü dünyasına götürüyor bizleri. Bütün olayın 1 gün içerisinde yaşandığı bu kitap, farklı tipteki insanların yaşamının kesiştiği bir olay örgüsü kurmuş. Orta yaşlı, kır saçlı, iyi giyimli rus milyoner İgor ve eski karısı Ewa. Ewa'nın yeni kocası, moda dünyasının bir numaralı tasarımcısı Hamid Hüssein. Bütün gençliği oyunculuk kurslarıyla geçmiş Amerikalı aktris Gabriela. Mankenlik rüyasıyla büyümüş, sektörün aradığı yeni güzel yüz Jasmine.

Hayallerinin kendilerini yönlendirmelerine izin veren bu insanların biyografik anlatımı içerisinde Cannes'daki "Süpersınıf" ın acınılacak durumu ise eleştirel bir şekilde anlatılmış; otuzlarından sonra bütün o alıştıkları şöhreti yitirmenin eşiğindeki kadınlar, her bir tanesi on binler değerindeki pırlantalar, smokinler, görünüş delisi erkekler, film festivaliyle alakasız akşam yemekleri ve partiler...

Paulo Coelho "Kitapta yazdığım her şeyi gördüm." diyor Kazanan Yalnızdır için. Süpersınıf'ın bunalımları, hayallerine uğraşmak için yeteneklerinden öte gösterişli bir dış görünüşün öne çıktığı film sektörü.

Altını çizdiğim bir kaç satırı sizle paylaşmak istiyorum, belki yazarın dili konusunda daha net bir fikre sahip olursunuz:

"Seçkinliği tanımı şöyle olmalı: Başkalarının hiç haberi olmasa bile en iyisini nerede bulacağını bilmek ve başkalarının ne diyeceğine bakmaksızın en iyisini yapmak"

"Hamid, herhangi bir konuda kararsız kaldığında, gençliğinde aldığı dersi hatırlar: Büyük bir riske girme anlamına gelse de, güç sahibi insanlara hayır de. Bu ilke hemen her zaman işlemiştir. İşlemediği bazı durumlarda da sonuçları onun beklediği kadar vahim olmamıştır."

"Ne de olsa, her insan sevmek ve sevdikleriyle yaşamak için gelmişti bu dünyaya."



Serkan Erden